Benlik nedir? Nasıl gelişir ve oluşur? Kendisi kadar cevaplanması zor iki soru.
Benlik ifadesi her ne kadar “ben” olmayı içerse de birinci tekil şahıs olmaktan daha fazlası olur çoğu zaman. Kendimiz, ailemiz, sosyal ve ekonomik çevremiz, yaşadıklarımız ve hatta yaşayamadıklarımız bir bütünü, benliği oluşturabilir. Psikoloji bilimiyle benlik kavramı incelemek istediğimizde ise bu kavramın ne denli karmaşık ama bir o kadar etkileşime ve her daim yıkılmaya ve yeniden yapılanmaya açık olduğunu görme fırsatı yakalarız. Psikoloji biliminin benlik kavramına olan yaklaşımını sadece birey ve bireyin iç dünyasını ele alan bir yaklaşım olarak düşünebiliriz ancak bu böyle değildir. Psikoloji, bireyin sosyal yaşantısı ve ilişkileri üzerinden de benlik kavramını sorgular. Bu bağlamda Fatih Akın’ın yönettiği hem Almanya’da hem de Türkiye’de büyük ses getiren Duvara Karşı (Gegen die Wand) filmi ile bireyin sosyal etkileşimleri doğrultusunda benliği anlamak ve de benliğin değişim süreçlerini incelemek bu yazımızın konusudur.
Duvara Karşı, bir aşk hikayesinin filmdir. Kavuşmak ve kavuşamamak arasında, ince bir çizgide gidip gelen bir aşk hikayesi olsa da aşk temasından fazlasını içerir. Ana karakterlerin birbirlerine olan sevgisine tanık olduğumuz gibi yaşadıkları karşısında benliklerinin değişim ve dönüşüm süreçlerinin de birer şahitleri oluruz. Filmin ana karakterleri olan Sibel ve Cahit, Türkiye’den Almanya’ya göçmüş ailelerinin çocuklarıdır. İkisi de göçmen Türkler olsa da göçmen kimlikleri bakımından birbirlerinden farklı profiller çizerler. Cahit, yaşadığı yerin kültürüne ve hayat tarzına daha yakın bir yaşam süren biridir ancak bu yakınlık, Cahit’in yaşadığı hayata ve kendine bir yabancı olmasının önüne geçememiştir. Sibel ise Türk geleneklerini ve dini inançlarını katı bir tutumla muhafaza etmeye çalışan bir ailenin üyesidir. Geleneklerin aile ve aile bireyleri üzerinden korunması er ya da geç Türkiye’ye döneceğinin hayalini taşıyan gurbetçi kavramını bize anımsatır. Bu durumda Sibel’in gurbetçi bir ailenin gurbetçi kimliğini taşımaya zorlanan kızı olduğunu görürüz. Sibel de Cahit gibi bir anlamda kedine yabancıdır. Dikte edilen kimliğinin gölgesinde bir yaşam sürmek asıl benliği yani asıl Sibel’i sabote eder.
Kendilerine yabancı bu iki karakterin tesadüfen karşılaşmaları ve evlenmeleri hayatlarını ve benliklerini derinden etkiler. Sibel ve Cahit’in ani evlilik kararı dostça bir anlaşmadan ibarettir ancak incelendiğinde bambaşka derinliklere sahiptir. Arkadaşça yapılan bu evliliğin motivasyonunu anlamak, karakterlerin benlik kavramlarını yorumlayabilmek için de çok önemlidir. Film, Sibel ve Cahit’in hikayesini ele alsa da ağırlıklı olarak Sibel karakterinin yaşadıkları ve perspektifi üzerinden bize bir hayat hikâyesi sunar. Film boyunca Sibel’in temel isteği kendine yeni bir benlik yaratmak, sosyal çevre kurmak ve aile evinde deneyimlediği yaşamdan bambaşka bir hayat deneyimlemek olduğunu görürüz. Farklı bir yerden bakmak gerekirse bu evlilik yeni bir benliğin yapılanma sürecinin isteğini taşır. Yapılanmayı tetikleyen şey nedir peki? Bunun birçok cevabı mümkün ancak bu yapılanmayı psikolojinin özellikle sosyal psikolojinin ilgilendiği bir konuyla yakından bağlantılı olduğunu görebiliriz. Marilynn Brewer ve Wendi Gardner’ın(1996) vurguladığı üç farklı benlik biçimi bulunmaktadır. Bunlar kişisel, ilişkisel ve kollektif benlikler olmak üzere ayrılırlar (Brewer &Gardner,1996). Kişisel benlik; kişinin özgün, kendine has tarafını vurgular. Örneğin bireyin kişisel özellikleri, hedefleri ve deneyimleri gibi (Sedikides et al.,2011). İlişkisel benlik ise kişinin kişilerarası benliğini açıklar. Kişilerarası ifadesi; yakın çevremizle yani ailemizle, arkadaşlarımızla, yakın bulduğumuz insanlarla olan ilişkimizi ifade eder (Sedikides et al.,2011). Diğer ve son benlik, kollektif benliktir. Bu benlik, kişinin gruplar arası yani ait olduğu sosyal grup ve ait olmadığı, öteki olarak gördüğü diğer grup ya da gruplarla olan ilişkisi üzerinde durur. (Sedikides et al.,2011). Bahsedilen benlikler birbirinden ayrıdır ancak bağımsız değildir. Sibel’e kişisel benlik perspektifinden baktığımızda yeni şeyler deneyimlemek isteyen, hayata karşı büyük bir heyecan duyan biri olduğunu görürüz. İlişkisel benlik yönünden ise özellikle ailesiyle kurduğu ilişki göze çarpar. Film boyunca ailesi Sibel’den geleneklerini ve dini inanışlarını muhafaza etmesini baskıyla talep eder. Sibel her ne kadar bunu istemese de ilişkisel benliğinin bir parçası olması dolayısıyla ailesinin isteklerini yerine getirir ve buna bağlı bir hayat sürer. Kollektif benliğin yansımasını ise Almanya’ya göç etmiş aile profili ve devam ettirilen Türk kimliği üzerinden görürüz.
Sibel’in Cahit’e evlenme teklifi etmesinin asıl sebebi Cahit’in bir Türk olmasına dayanır. Her ne kadar Sibel’in ailesi bu ani evlenme kararına sıcak bakmasa da onay veremlerinin tek sebebi Cahit’in Türk benliğine duydukları güvendir. Bu durum ait olunan sosyal grup ve etkisinin, aile fertlerinin kollektif benlikleriyle olan ilişkisini gösterir. Sibel’in ailesi için Müslüman bir Türk olmak, özellikle gurbette korunması gereken önemli bir konudur çünkü bir Türk ile, gruptan biriyle evlenmek öteki görülen gruba ve benliklere karşı bir sınır görevi görür. Biz ve öteki kavramlarını keskin bir şekilde ayırır. Ait olunan grubun devamlılığını ve güvenliğini sağlamak hem bireyin içsel dünyasında hem de o grubun bireyleri arasında sahip olunan kollektif benliği kuvvetlendirmek için bir yoldur. Türk’ün Türk’le evlenme gerekliğinin sebebi budur. Bu bakış açısı bizlere kollektif benliğin ne kadar güçlü olduğunu gösterir.
Sibel, bu bakımdan benlikleri arasında bir çatışma içeresindedir. Ele alınan üç farklı benliğin uyumuna ket vuran ve Sibel’in yaşadığı çatışma içerisinde kendine yabancılaşmasına sebep olan yegâne şey, kollektif benliğin korunabilmesi için ilişkisel ancak daha çok kişisel benliğin baskılanıyor olmasıdır. Tam da bu noktada benlik olarak adlandırdığımız şeyin bireysel olduğu kadar toplumsal boyutları da olan bir mesele olduğunu görürüz. Birlikte yaşadığımız sosyal grupların kuralları ve beklentileri benliğin görünmez parçalarını oluştururken benliği bizlik kavramına yakınlaştırır. Bu bağlamda Sibel’in yaptığı ani evlilik; yaşadığı hayata, gördüğü kültürel ve dini baskıya karşı durma motivasyonunu taşıdığı gibi kişisel benliğini kollektif benliğin ezici baskısından kurtarma amacını da taşır. Evliliği sonrası Sibel, hayal ettiği hayatına eski benliğini yıkarak kavuşur. Saçını ve giyinişini değiştirir, eve istediği saatte gelir, yeni bir işe girer. Kısaca Sibel olmak nasıldır sorusuna özgürce cevaplar bulmaya çalışır. Bu özgür alan Sibel’e yeni benliği kadar kendinden farklı, yetiştiği kültüre zıt bir hayat süren Cahit’i tanıma ve aşkı deneyimleme şansını verir.
Hayatımızı Değiştiren Olaylar Üzerine
Sibel, idealize ettiği yeni bir benin peşinde koşmaya hazırdır. Hayal edilen benliğe kavuşma arzusu Higgins’in geliştirdiği Öz Benlik Çelişkisi teorisiyle bağlantılıdır. “Öz Benlik Çelişkisi Teorisi; kişinin ideal, gerçeklik ve gereklilik benlikleri arasında yaptığı kıyaslamalar dolayısıyla yaşadığı çelişkidir” (Hogg&Vaughan,2010, p.107). “Gerçeklik benlik, şu anda benliğimizin nasıl olduğunu; ideal benlik, nasıl olmak istediğimizi; gereklilik benliği ise nasıl olmamız gerektiğini ifade eder” (Hogg&Vaughan,2010, p.107). Bu bağlamda Sibel’in gerçeklik benliğinden bilinçli bir şekilde kopmaya çalışarak ideal benliğine yaklaştığını söylemek yanlış olmaz. Filmde Sibel’in ideal benliğinin ele alındığı kısımlarda kullanılan canlı renkler, enerjik şarkılar hatta Cahit ve Sibel’in arasında tomurcuklanan aşk da ideal benliğin somut yansımalarıdır.
Ne var ki, hiç beklenmedik bir olayla hem Sibel’in hem de Cahit’in hayatı altüst olur. Cahit, Sibel’i korumak için karıştığı bir kavgada yanlışlıkla birini öldürür. Cahit hapse atılır. Sibel, ailesinin bu olayı namus meselesi olarak göreceğini düşündüğünden ani bir şekilde İstanbul’a kaçmak ve artık orada yaşamak zorunda kalır. Bu noktada hem karakterler hem de biz izleyiciler insan olmanın, hayatta olmanın getirisiyle yüzleşiriz. Hayatlarımız istemediğimiz ani olaylarla sarsılma potansiyeli taşır. Edindiğimiz olguları, kazanımları koruyabilmek ise yaşadığımız sarsıntılara karşı ayakta ve hayatta kalmak adına tek gayemiz olur. İsteyerek veya istemeyerek yaşadığımız olaylara karşı benliğimizi uyumlandırmak zorunda kalırız. Sibel’in de yaşadığı süreç tam olarak bunun bir göstergesidir. İstanbul’da sadece hayata tutunmak için sevmediği bir işte çalışması, sevdiği insandan uzak kalması buna örnektir. Tanımadığı, hiç bilmediği bu şehirde Sibel’in başına bin bir türlü felaketler gelir ancak İstanbul’dan gitmez çünkü zor da olsa hayata tutunabileceği tek yer artık burasıdır. Almanya’dan İstanbul’a kaçmak hayata tutunmanın bir çaresi olarak görünse de Sibel’i kendi hayatından ve ideal benliğinden sarsıcı bir şekilde kopartır. İdeal benliğin inşasının işlendiği filmin ilk yarısı artık gerçeklik ama daha çok gereklilik benliklerinin hegemonyası altında ezilir. Sibel’in istekleri, hayalleri, hedefleri dahası bir hayatı artık yoktur.
Filimin sonlarına yaklaştığımızda biz izleyicileri bir zaman atlaması karşılar. Bu atlamada, tam olarak ne olup bittiğini bilmeyiz ancak bir şeyler değişmiştir. Sibel’in bir kızı olmuştur ve Cahit hapisten çıkmıştır. Hapisten çıkan Cahit, İstanbul’a Sibel’i bulmaya gelir ve Sibel’i İstanbul’dan birlikte kaçmak için ikna etmeye çalışır. Ancak Sibel ikna olmaz. Bu noktada ideal, gerçeklik ve gereklilik benliklerinin çatışması büyük bir rol oynar. Cahit, Sibel için ideal benliğini yaşayabildiği dönemden bir figürdür. İstanbul’u birlikte terk edebileceklerini söylemesinin altında yatan başka bir anlam da geçmişle ilgilidir. Kaçış teklifi, Almanya’da yaşadıkları ani olay dolayısıyla yarım kalan hikayelerine ve ideal benliklerine geri dönme arzusu taşır ancak Sibel için bu artık mümkün değildir. Cahit’in bu talebi Sibel’in gerçekliği ve gerekliliğiyle uyuşmaz. Sorumlukları, bakması gereken bir kızı vardır. İdeal benliğini yaşayabilecek bir hayatı yoktur. Kaçmayı düşünse de ideal benliğinin gerçeklik ve gereklilik benliğiyle olan çelişkisi buna izin vermez.
Sibel ve Cahit, Sibel ve Cahit’tin bir daha bir arada bulunamayacağı hayatlarına dönmek zorunda kalırlar. İletişimlerinin ve aşklarının yarattığı benliğin değişmesi ve yıkılmanın eşiğine gelmiş olması bunun temel sebebidir. Film boyunca karakterlerin benlikleri ve değişim süreçleri stabil olmamış, olamamıştır. Çünkü “ben” dediğimiz yapı doğuşumuzun değil yaşamımızın bir bütünüdür; mekanizması değişmek, dönüşmek ve yok olmakla ilişkilidir. Tıpkı bir gün ölmek için her gün yaşayan ve değişen tüm canlılar gibi.
Yaren Yüksel
KAYNAKÇA
Brewer, M. B., & Gardner, W. L. (1996). Who is this “We”? Levels of collective identity and self representations. Journal of Personality and Social Psychology, 71(1), 83–93. https://doi.org/10.1037/0022-3514.71.1.83
Hogg, M. A., Hogg, M., & Vaughan, G. M. (2009). Essentials of Social Psychology (pp.107). Pearson Education.
Sedikides, C., Gaertner, L., & O’Mara, E. M. (2011). Individual self, relational self, collective self: hierarchical ordering of the tripartite self. Psychological Studies, 56(1), 98–107. https://doi.org/10.1007/s12646-011-0059-0




