Bernis Sütçübaşı ile Röportaj

Mart 10, 2024
15 Dakika Okuma Süresi

Bernis Sütçübaşı, lisans eğitimini Ege Üniversitesi’nde bitirdikten sonra yüksek lisans ve doktora
eğitimlerini İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı.

Şu anda Acıbadem Üniversitesi’nde öğretim
görevlisi olan Bernis Sütçübaşı’nın yazdığı ve katkıda bulunduğu, nörofizyoloji ve deneysel
psikoloji alanına yoğunlaştığı birçok araştırma yazısı da mevcut. Nörofizyoloji alanına
yoğunlaştığı doktora tezi “Duygu Denetiminde Etkili Nöral Ağların Transkranyal Manyetik Uyarım
(TMU) ve
Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRG) ile Araştırılması (2020)” hakkında da
röportajımızda kısa bir bölüme yer ayırdık. İyi okumalar dileriz.
Röportajımıza psikolojiyle alakalı genel sorularla başlayacağız. Size göre psikolojinin en
eğlenceli yanı nedir?
– İnsan davranışı, pek çok yönden ilginç ve karmaşık bir konu. Çok hayatın içinden bir konu
olmasına rağmen insan davranışını araştırmanın aslında çok katmanlı bir boyutu var.
Davranışın genetiğine de bakılabilinir, moleküler, biyokimya, farmakoloji, fizyoloji gibi disiplinleri
tümüyle ele alınabilir. Fakat psikolojinin bu disiplinlerin arasında bütünsel bakış açısına sahip
olması ve doğrudan insanlar üzerinde araştırma yapması sebebiyle ayrı bir konuma sahip
olduğunu düşünüyorum. O yüzden de insan davranışını hem günlük hayatın içerisinde hem
bilimsel çalışmalarla ele almada oldukça başarılı. Bunlar, psikolojinin en cazip yanları
herhalde.Laboratuvar sonuçlarının günlük yaşam üzerindeki etkilerini doğrudan gözlemleme ve
deneyimleme şansına sahibiz. Bu, psikolojinin teorik bir bilim olmanın ötesinde, pratik
uygulamalarla da yakından ilişkilendirilebilen bir alan olduğunu gösteriyor. İnsan davranışını
araştırmanın sınırlarının ucu bucağı yok ve bu merak hiç sonlanmayacak herhalde diye
düşünüyorum. Psikolojinin çekiciliği, sadece bilimsel bir alana odaklanmakla sınırlı değil üstelik.
Edebiyat eserlerinde ve popüler blog yazılarında veya haberlerde de benzer bir merakla
karşılaşmak mümkün. Bu, insan davranışının anlaşılması için farklı disiplinlerin birbirine nasıl
entegre edilebileceğini ve bu konuda sürekli olarak yeni şeyler öğrenilebileceğini
gösteriyor.Sonuç olarak, insan davranışını araştırmak, sonsuz bir derinlik sunan ve her gün yeni
bilgilerin öğrenilebileceği heyecan verici bir alan. Bu nedenle, psikolojiye duyulan merak hiçbir
zaman son bulmayacak gibi görünüyor.
Ben de aynı şekilde düşünüyorum. O zaman bu eğitimin içinde biri olarak psikoloji
eğitiminde geliştirilmesi iyi olur diye düşündüğünüz şeyler nelerdir?
-Hem psikoloji eğitiminde hem de genel eğitim sisteminde geliştirilmesi gereken çok şey
olduğunu düşünüyorum. Bizim zamanımızdaki eğitim veya bizden önceki kuşaklardaki eğitimle
şu günkü eğitim arasında çok radikal farklar var ve olması da gerekiyormuş gibi. Çünkü biz
ansiklopedilerden bilgiye ulaşmaya çalışıyorduk ve çok zordu. O yüzden ulaşabildiğimiz her
bilgi çok değerliydi. Ama bugün o noktada değiliz. Artık her bilgiye ulaşmak çok kolay, o yüzden
sınıflara girip sadece teorik bilgi anlatmanın çok bir cazip yanı yok herhalde. Hangi bilgiye nasıl
ulaşılabileceğini öğrenmek ve öğretmek, eleştirel düşünebilmek çok daha önemli bence. Çünkü
internette her bilgi var ama bunun kaynağını nasıl kontrol edebiliriz, doğru bilgiye nerelerden
ulaşabiliriz? Mesela psikolojiyle ilgili konuşuyorsak eğer bilgi edinebileceğimiz en iyi makaleler,
kitaplar nerede, nasıl ulaşılabilir? Ya da web siteleri, hangi içeriklere güvenebiliriz, ne zaman
şüphelenmeliyiz o içeriklerden? Bunlar sanıyorum daha önemli. Bir de eğitimin motivasyonel
yanının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Bir şekilde sınıf ortamında hem bilgiye

ulaşmaya teşvik edici hem de o motivasyonu canlı tutucu bir eğitim içeriğinin olması gerektiğini
düşünüyorum o yüzden. Bunun yanı sıra psikoloji aslında pratik yanı da olan bir alan. Sadece
teorik bilgilerden oluşmuyor. Araştırma yapmak birtakım beceriler gerektiriyor. Veri toplamak,
analiz etmek öğrencileri daha hazır ve yetkin hale getirebilir. Tüm bu unsurların da lisans
eğitiminin içinde olması muhtemelen çok daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
Aslında dediğiniz gibi öğrenciler biraz daha pratik şeyler de istiyorlar derse girip
dinlemek dışında. Dediğiniz gibi veri kullanımını da öğrenmek çok faydalı olacaktır.
Sonuçta ileride çok işimize yarayacak o yüzden belki o derslerin de daha pratiğe
dökülmüş bir şekilde yoğunlaştırılması daha iyi olabilir diye düşünüyor öğrenciler.
-Belki deneyim aktarımı bile daha önemli orada. Biz bu aşamaya gelene kadar neler yaptık, bir
araştırma sırasında ne gibi deneyimler yaşıyoruz ya da o konu neyse o konu hakkındaki
deneyimlerimiz. Onları paylaşmak artık daha önemli oldu. Çünkü bilgi artık gerçekten çok
ulaşılabilir. Bir de aklımızda da kalmıyor, sürekli aynı şeyleri konuşmak durumunda kalıyoruz bu
sefer. O yüzden bilgi üzerinden bir eğitimden ziyade daha çok motivasyon ve deneyim aktarımı
şeklinde bir eğitim sanırım daha iyi olabilir.
Bunun için bu laboratuvarlar da çok iyi oluyor. Biz derste bu kadar işin içinde değilken
bilmiyorduk ama Pınar hocayla konuşmaya başladıktan sonra insanın motivasyonu da
daha çok artıyor. Toplantıdan çıkınca bile bölümle ilgili bir şeyler yapmak insanın
motivasyonunu arttırıyor.
-Kesinlikle. Bir şeyin parçası oluyorsunuz çünkü .Sadece teorik bilgide böyle bir şey mümkün
olmuyor, sadece alıcı pozisyonunda oluyorsunuz. Bu haliyle sürdürülebilir bir şey olmuyor.
Son zamanlarda hayatımıza yapay zeka gerçeği dahil oldu. AI teknolojisinin bu kadar
gelişmesi özellikle sizin araştırma yaptığınız alanlar,sinirbilimi mesela ne ölçüde etkiler?
– Yapay zekanın oldukça olumlu katkısının olacağını düşünüyorum. Çünkü özellikle nörobilim
alanında biz sürekli büyük ölçekli verilerle uğraşmak durumunda kalıyoruz ve geleneksel
istatistik yöntemleri bu konuda yeterli kalamayabiliyor. Mesela hangi analiz yöntemini
kullanacağız? Bazen kullandığınız analiz yöntemine göre sonuçlar değişebiliyor veya o kadar
verinin içerisinden çıkmak mümkün olmayabiliyor. Her geçen gün giderek bu veriler de büyüyor.
Artık daha geniş popülasyonlardan daha büyük katmanlı (davranışsal, moleküler, fizyolojik vs)
veriler toplanmaya başlanıyor. Mesela açık veri tabanları oluşturuluyor ve orada herkesin, tüm
bilim insanlarına açık çok fazla kişinin verisi oluyor. Bu noktada yapay zekanın, büyük veri
kümelerinden anlamlı bilgiler çıkarmak, karmaşık analizleri gerçekleştirmek ve geniş
popülasyonlardan elde edilen kocaman veri yığınını süzüp bize anlamlı verileri ulaştırmada
oldukça faydalı olacağını düşünüyorum. Ama tabii ki onu da kullanmayı öğrenmek gerekiyor,
etkili ve etik bir şekilde kullanabilmek gerekiyor. Mesela, şu an ben lisans eğitimi sırasında
öğrenci ödevlerinde maalesef kötü versiyonlarıyla karşılaşıyorum. ChatGpt çok sıklıkla
kullanılıyor. ChatGpt ile yaratıcılık geliştirilebilir, üretkenlik artabilir, gerçekten ödeve çok büyük
bir katkı sağlayabilir ama onu etkili bir şekilde kullanmak lazım. Ödevi tamamen ChatGpt’ye
yaptırmanın öğrenciye bir katkısı olmuyor. Teknolojinin zaten genel olarak hem olumlu hem
olumsuz yönleri oluyor. İyi kullanım için bilinçli bir çaba göstermek, yapay zekanın potansiyelini
en üst düzeye çıkarabilir ve olumlu etkilerini artırabilir.

Evet, kötüye kullanmak yerine, bize yardımcı olacak şekilde yararına kullanmak her
zaman daha verimli geçer. Şimdi ise psikoloji eğitimiyle alakalı deneyimlerinizden bilgi
almak istiyorum,daha sonra sizin araştırmalarınızla ilgili sorularımız olucak.
Siz hem türkçe hem ingilizce ders veriyorsunuz. Dersleri türkçe almanın öğrenciler
üzerinde gözlemlediğiniz bir etkisi var mı?
-Aslında ağırlıklı olarak Türkçe ders veriyorum. O yüzden yüzde yüz doğru karşılaştırma
yapamayabilirim. Ben hep Türkçe eğitim aldım. Kendi tecrübemi de göz önünde bulundurarak
ana dilinde eğitim almanın derinleşmeye katkı sağladığını düşünüyorum. Ama bilimin dili
ingilizce olduğu için de İngilizceye ayak uydurmak oldukça avantaj sağlıyor. Ama İngilizceyi
edinmenin tek yolunun da İngilizce lisans eğitimi olduğunu düşünmüyorum. Eğer ki iyi birtakım
kurslar varsa takip edilirse veya İngilizceyi geliştirmek için çaba sarf edilirse bir şekilde iyi bir
İngilizce becerisi edinildiğinde o açık kapatılabilinirmiş gibi geliyor. Aslında bence İngilizce veya
Türkçe eğitimden ziyade eğitsel birtakım tekniklerin arttırılmasının eğitime daha çok etkisi
olabilir. Önemli olan bence dersin nasıl işlendiği. Gerçekten öğrencilerin ihtiyacını karşılayan bir
şekilde işleniyorsa Türkçe de olsa İngilizce de olsa sanki bir şekilde o kompanse edilebilir gibi
geliyor. Sizin tecrübeniz nasıl?
Bizim derslerimiz hep İngilizce olduğu için önceden korkuyordum. Kelimeleri
anlayabilecek miyim, bilmediğim bir kelimeye odaklanırken dersin içeriğini kaçıracak
mıyım gibi korkularım vardı. Ama dediğiniz gibi araştırma yaparken fark ettiğim, bütün
makaleler İngilizce genellikle. O yüzden büyük bir fayda sağlıyor. Türkçe ders almadığım
için onların deneyimini bilmiyorum ama derinleşmek açısından onu pekiştirmek daha iyi
olabilir.
Psikolojiye yeni başlayan öğrencilerde psikoloji eğitimine karşı en sık gözlemlediğiniz
yaklaşım nedir?
-Genelde psikoloji sanırım biraz kolay bir bölüm olarak düşünülüyor. Öğrenciler çok hızlı bir
şekilde belirli basamakları atlayıp tepeye çıkacaklarını düşünüyorlar gibi. Mesela araştırma
yapmak istiyorlar, çok motive oluyorlar, birtakım fikirlerle geliyorlar ama literatür örneği hiç
bakmamış oluyorlar. Ara basamakları görmüyor oluyorlar. Genelde biraz süreç odaklı değil
sonuç odaklı bir yaklaşımları var. Süreç biraz uzayınca, biz onları araştırmaya dahil edip önce
etik kurul yazacağız sonra tasarlayacağız, veri toplayacağız, analiz edeceğiz dedikçe, bunun
çok zorlu ve zahmetli bir şey olduğunu görüp şok oluyorlar. Biraz bir sabırsızlık ve hemen
sonuca ulaşma isteği varmış gibi. Onu biraz kırmak gerekiyor. Çok kırılganlar. Hemen
motivasyonları kırılıyor. Gelecek kaygısı taşıyorlar, özellikle yeni başlayan birinci ikinci sınıflarda
değil daha çok üç ve dörtlerde kaygı seviyesi çok artıyor, haklı da olarak tabii ki. Hem
Türkiye’nin koşulları gereği hem de çok fazla psikoloji bölümü ve her bölümün yüksek
kontenjanları var. Hele ki psikolojinin daha popüler alanlarında, örneğin klinik gibi, yükselmek
istiyorlarsa rekabet daha da artıyor. O zaman bu kırılganlık da artıyor. Aslında tüm bunların
hepsini bir kenara koyup herhalde biraz tutkuyla bir şeye bağlanmak gerekiyor. Başarı her
zaman için bunun arkasından geliyor. Bir şekilde bir şeye kitlenip onu derinlemesine araştırmak,
her yönüyle öğrenmek, motivasyonunu güçlü tutmak ve devam etmek gerekiyor aslında. O
zaman zaten bir şekilde sürece odaklanıldığında başarı kendiliğinden gelecektir diye
düşünüyorum.

Evet. Bir de ana akım medyada psikolojiyle alakalı içerikler arttığından beri daha çok
onları görüp psikoloji okumayi isteyip, bölümün içine girince öyle olmadığını anlayınca
bir hayal kırıklığı olabiliyor. Psikoloji okumak isteyen insan sayısı çok arttı.
-Bu aslında bir yandan sevindirici bir şey çünkü psikoloji hiç bilinmiyordu. Psikolog ne yapar, siz
ilaç yazıyor muydunuz gibi sorularla karşılaşıyorduk. Şu an giderek daha bilinmeye başladı
aslında dizilere yansıması da onun göstergesi. Artık tanınan, bilinen bir bilim alanı oldu. İnsanlar
artık terapiye gidiyorlar, rahat rahat bunu söylüyorlar. Bunlar aslında toplum tarafından bu alanın
kabul gördüğünü gösteren güzel şeyler. Ama aynı zamanda tabii bir anda akın akın psikoloji
bölümlerine koşulmasına sebep oldu. Dolayısıyla evet, biraz rekabet olduğu için daha iyi, nitelikli
işler yapmak gerekiyor bu alanın içinde. Kısacası daha fazla çalışmak gerekiyor.
Aslında bir önceki soruda biraz konuştuk ama 4 yıllık eğitim hayatları boyunca
Öğrencileri hayal kırıklığına uğratan bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?
-Direkt 1., 2. Sınıfta hayal kırıklığına uğrayabiliyorlar. Çünkü o dizilerde gördükleri gibi bir hayat
yaşamayı bekliyorlar sanırım. Bilmiyorum, senin için olmuş muydu?
Ben uzun zamandır bu bölümü okumak istediğim için çok bir hayal kırıklığım olmadı ama benim
de bilmediğim şeyler vardı. Ama hayal kırıklığındansa psikolojinin çok fazla alanı olduğunu
öğrenmem açısından bir değişim oldu. Gelecek kaygısı oluyor herkeste dediğiniz gibi ama uzun
zamandır istediğim için bölüm beni daha motive ediyor.
-Peki beklediğin gibi miydi?
Ben aslında zorunlu derslerin her alandan olacağını bilmiyordum. İstediğimiz dersleri alıp
yüksek lisansta da birini seçip o konu üzerinde yoğunlaşarak devam edeceğimizi
sanıyordum. Bir yandan hiç keyif almayacağımı düşündüğüm alanları okudukça
sevdiğimi görmek şaşırtıcı oluyor.
-Aslında bu kadar zengin olması güzel bir şey. İleride hangi alanda devam edeceğini seçmek
için her dersten bir şeyler görmüş olmak faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
O zaman şimdi sizin araştırmalarınıza geçeceğiz. Doktora Tez konunuzu araştırmaya nasıl
karar verdiniz?
-Ben lisansta psikoloji okumuştum ama yüksek lisans ve doktorada sinirbilim alanında
uzmanlaştım ve aslında sinirbilim multidisipliner bir alan. Ama sinirbilimin içinde de pek çok alt
alan mevcut, benim çalışma alanım psikolojiden bağımı çok koparmadığım bilişsel sinirbilim
alanı diyebilirim. Bu alanda da beyin görüntülenmesi bana ilgi çekici gelmişti. Psikolojiyle
nörogörüntülemeyi nasıl bağdaşlaştırabilirim diye düşünüyordum, bir yandan da beynin
elektriksel meya manyetik olarak uyarılmasına ilgi duyuyordum. Hem beynin uyarılmasıyla ilgili
okuduğum bilim kurgu kitaplarından etkilenmiştim, hem de gelecekte bu alanın çok gelişeceğine
inanıyordum. Özellikle psikiyatri alanında çok kullanılacağını düşünüyordum. Çünkü psikiyatride
kullanılan ilaçlar direkt etkilenen beyin bölgesini çok spesifik olarak uyaramıyorlar ve ayrıca bir
sürü yan etkiye ve başka istenmeyen durumlara sebep olabiliyorlar. Ama elektriksel/manyetik
uyarım ilaçların yeterli olmadığı kısımları kompense edebilecek bir teknoloji gibi geliyordu bana.
Doğrudan beynin bir bölgesini, tabii ki yine çok odaklamak mümkün değil ama en azından bir
bölgeyi hedef alıp uyarabiliyorsunuz veya inhibe edebiliyorsunuz ve yan etkileri yok denecek

kadar az. Dolayısıyla bu alanda bir şeyler yapmak istiyordum. Ve biraz da bilişsel sinirbilimde
daha kenarda köşede kalmış duygulara ilgi duyuyordum. Çünkü pek çok bilişsel alan, dikkat
olsun, bellek olsun yürütücü işlevler oldukça fazla araştırılıyordu ama duygular biraz daha
kenarda köşede kalmış gibiydi. Okumalar yaptıktan sonra elektriksel veya manyetik uyarımın
duygular üzerinde bir etkisi olabilir mi gibi bir soru yavaş yavaş oluşmaya başladı . Dolayısıyla
da böyle ilgi alanlarım bir yerde birleştiler ve ortak bir şey çıktı. Okurken bir anda bu mu olsa,
şöyle mi olsa derken en sonunda orada buldum kendimi. Aslında ilgi alanlarım doğrultusunda
yaptığım literatür okumaları beni o yola götürdü gibi bir şey oldu. Ve çok keyif alarak çalıştığım
bir alan oldu. Yani nihayetinde aslında sağlıklı kişilerde duygu düzenleme becerilerini acaba biz
transkraniyal manyetik uyarım ile iyileştirebilir miyiz ve bunun yansımalarını fMRI da görebilir
miyiz? FMRI da hem dinlenim sırasında hem de bir duygu düzenleme görevi sırasında
beyindeki aktivasyonlar ve bağlantısallıklar nasıl değişiyor? Bunlara baktığım bir çalışma oldu.
Araştırmanızın bulgularından bahsedebilir misiniz?
-Oldukça karışık ve bolca bulgu var ama kabaca belki şöyle söyleyebilirim. Transkraniyal
manyetik uyarım için ben hedef bölgesi olarak sağ dorsal prefrontal corteksii seçmiştim. Burası
da genelde duygu düzenlemenin yukarıdan aşağıya kontrol edildiği bölge gibi düşünülebiliyor.
Ve bu bölgeyi baskılayarak acaba duygu düzenleme süreçlerinde bir iyileşme olabilir mi diye
bakmıştım ve yaklaşma kaçınma görevi kullanmıştım. İçinde duygusal uyaranlar vardı, negatif
ve pozitif uyaranlar. Transkraniyal manyetik uyarım sonrası davranışsal olarak bu duygu
düzenleme görevinde hem reaksiyon sürelerinde hem de hata puanlarında bir iyileşme
olduğunu gördüm. Denek içi bir desen kullanmıştım. Yani sağlıklı bir grup katılımcıya bir aktif
transkraniyal manyetik uyarım bir de plasebo uyarım yapıp ikisi arasındaki sonuçları
karşılaştırdığımda aktif uyarımda tepki süreleri kısalmış, hata puanları azalmıştı. Aynı zamanda
da sol orta prefrontal cortekste bir aktivasyon artışı oldu. Bir de görev sırasında birtakım
bağlantısallıkların değiştiği ortaya çıktı. Şimdilik böyle diyeyim istersen çünkü çok fazla sonucu
var, dileyenler tezimden veya makaleden devamına bakabilir.
Psikolojiye özellikle sinirbiliminde öğrencilerinize bir kitap, film ve makale önerecek
olsanız bu hangileri olurdu?
-Tek bir tane seçmek çok zor. Çünkü çok fazla var. Film için biz bölümde mesela excel
oluşturuyoruz, her hoca ona katkı sağlıyor. Film ve kitaplar listesi. Ara ara film izleyip onları
tartışma gibi etkinlikler de yapıyoruz. Çok katkı sağlayan tabii çok fazla şey var ama birini
seçmem gerekiyor sanırım. Edebiyat kitaplarından belki, Hermann Hesse’yi çok seviyorum
diyebilirim. Bir insanın derinliğini çok iyi anlattığını düşünüyorum. Şu an yakın zamanda Proust
okumaya başladım, ondan çok etkilendim. Tasvirleri çok güçlü ve yine insanın içindeki
çıkmazları çok etkili anlatıyor bence. Ama popüler bilim alanından bir kişi seçmem gerekirse
galiba Oliver Sacks’ı seçerdim. Oliver Sacks aslında nörolog ve yazar aynı zamanda sinirbilimci.
Kendisine gelen nöroloji hastalarını anlatıyor. Vaka çalışması gibi aslında. Nörolojik vakaları
detaylı bir şekilde anlatıyor, hem çok bilgilendirici oluyor hem de hayatı sürdürmekte zorlukları
olan vakaların insani yönlerini çok güzel anlatıyor. Oliver Sacks’ın kitabını okuyunca o an
muayenehanede sanki siz de oturmuş ve o hastaları görüyormuşsunuz gibi kitabı okuyorsunuz.
Özellikle sinirbilim alanı için çok zenginleştirici bir yazar olduğunu düşünüyorum. Filmler
arasından da seçim yapmak zor. Benim doğrudan çalıştığım alanla duygularla ilgili mesela

Inside out diye bir animasyon var. O, bence duyguları çok etkili bir şekilde anlatıyor, onu
önerebilirim. Eskilerden, yapay zeka diye bir film var; “AI”. O da insanın yas süreci ve yapay
zeka ile olan karşılaşmasını bence çok güzel anlatıyor. Şimdilik aklıma bunlar geldi.
Röportajımız bu kadardı. Serimize katıldığınız için çok teşekkür ederiz.
– Ne demek ben teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son Yayınlanan Röportajlar

Kaçırmayın!