Korkuyu Beklerken Korkunun Esiri Olmak

Temmuz 3, 2024
6 Dakika Okuma Süresi

Bu yazıda Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken adlı öyküsü bağlamında eşya-birey ilişkisi incelenecektir.

Toplum gerçekleri ile birlikte dış dünya gerekliliklerine uyum sağlayamayan bireyleri anlatan Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken adlı öyküsünde de şehirden uzak yaşarken yalnızlığının ızdırabı içinde iç hesaplaşmalarda bulunan bir bireyi ele almıştır. Değişen toplum yapısına “tutunamayan” birey, adeta ötekileştirilmiş ve toplumdan uzaklaştırılmıştır. Yabancılaşma, bireysel sancılar ve beraberinde varoluşsal bunalımlar eşyaya atfedilerek eşya üzerinden anlatılmıştır (Kurucu, 2021). Modernleşme ve toplumsal normlar sebebiyle dış dünya ile bağlantısını koparan bireyin iletişimi, belirsizlikten uzak değişmez ölçütlere bezenmiş eşyalarla sınırlı kalmıştır. Kimliksiz kalabalıklar içinde yalnızlaşan birey, sabit kalmayan dünyadaki aksiyonlardan dolayı uyumsuzluk içinde yabancılaşmış ve korkularının esiri olmuştur. 

Korkuyu Beklerken öyküsü, toplumun her gün görebileceğiniz ancak bir o kadar silik ve uyumsuz bir bireyin evinde yabancı bir dilde yazılmış mektubu bulmasıyla alt üst olan hayat düzeninin onda yarattığı kaygıyı ele almıştır. Eşya-zihin dengesi üzerinde durularak eşyanın iletişimde etkili bir araç olduğuna, bir bakıma yabancılaşan birey için telafi niteliği taşıdığına, o mekanda yaşayan bireye toplumsal statü kazandırdığına ve eşyanın aslında bireyin kendini temsili şeklini aldığına değinilmiştir (Tekin, 2016, s. 145). Birey, evinde ona yabancı gelen bu mektubu fark ettiği andan itibaren ona tanıdık gelen eşyalarıyla kendi arasındaki uyum durumu bozulmuştur. Bu noktada bireyin yalnızlığından veya diğer durumlarından kaynaklanan korku hali, bu alışılmışın dışında sözcüklerle yazılmış mektup ile canlılık ve somutluk kazanarak bir başkaldırı niteliği taşımıştır. Atay’ın eşya imgelemi, toplumla birey arasındaki durumu niteleyerek burada da kendini göstermektedir. Bireyin korkusu temelde bu mektuptan önce kendi eşya düzeniyle sürdürülmüş, bu eşya-zihin dengesi onun bir bakıma kaçışı olmuştur . “Eşyanın düzeni, onun hayatının dengesidir. Korkularıyla başa çıkmanın, güvende hissetmenin olanaklı durumudur. Yaşamında eşya ile kurduğu bu denge sistemi, mektubun gelmesiyle çöker” (Kurucu, 2021). Moderniteye uyum sağlayamayan bireyin evindeki eşyalar çöken bu düzenden sonra anlamsız hale gelmiş, eşyaları zamanla onun hayatının hakimiyetini ele geçirmiştir. Bireyin öncelikli amacı, kendi benliğinin topluma aktarımından ziyade, eşyaları aracılığıyla toplumda yer edinebilmek olsa dahi en nihayetinde, aniden gelen bir mektup ve korkusunun onu ele geçirmesiyle kendine daha fazla yabancılaşmıştır. O zamana dek sürdürmüş olduğu eşya düzeni yabancı bir mektupla sarsılınca bu yıkım benliğine de yansımış ve onu kendi buhranına yaklaştırmıştır.

Evden çıkmaması konusunda bireye uyarıda bulunan mektubun beklenmedik bir zamanda ortaya çıkarak somut bir anlam ifade edişiyle birey kendini eve kapatmış ve adeta bir iç hesaplaşma içinde günlerini geçirmiştir. “Çizmeye başladığım bazı resimleri bile yarım bırakmıştım. Kâğıdın ortasında birdenbire sona eriyordu resimlerin çoğu. Hiç olmazsa bunları bitirmeliydim” (Atay, 2016, s. 60). Bireyin kaygılı ve korkulu ruh halinin mahal verdiği yarım bıraktığı eylemleri tamamlama çabası, onun mektubun tehdidi ile yüzleşme biçimidir. “Her şeyi kontrol altına almayı, eşyalara ve çevresine bir düzen vermeyi bir takıntı haline getirmiştir. Ancak, ne yapsa sonuca varamamış ve neye başladıysa yarım kalmıştır. Çünkü asıl karmaşık ya da düzensiz olan içsel yaşantısıdır” (Dirlikyapan, 2011, s. 126). Gerekliliği fark etmeksizin eşyalarıyla kurduğu düzenin bireydeki önemi ve paradoksu, eşyanın bireyin düşünmesini engellemesinde ve aynı zamanda bireye konfor alanı sağlamasında görülmektedir. “Ömrümü eşya ile geçiriyordum. Eşyayı da sevmiyordum galiba. Daha doğrusu, eşyayı insanlarla bir tutuyordum, ikisiyle de aramda, yalnız benim bildiğim ve başkalarına açıklanması güç meseleler vardı” (Atay, 2016, s. 63). Birey; eşyayı insanla ve dolayısıyla toplumla özdeşleştirmiş, eşya ise düşüncelerini engelleyerek onun topluma ait hissetme ve benzeme mücadelesinde yabancılaşmasına sebebiyet vermiştir. Evinde varoluşa, yaşanmışlığa dair bir iz olmamakla birlikte topluma ayak uydurma uğraşı içinde yaşamaya fırsatı olmamıştır. Eşyalarla bezenmiş evi, gerçeklikten öte adeta bir taklit işlevi görmüştür (Kurucu, 2021). Moderniteye ve burjuva yaşamına özenen birey, evinin inşaat sebebiyle yıkılmasından sonra kendi özünden kopmuş, eşyalarında anlam bulduğu benliğine de yabancılaşmıştır. 

Tutunamayan ve benliğinin tehlikeli oyunları içinde kaybolan birey Dostoyevski’nin yeraltı insanını çağrıştırmaktadır. “Ait olduğu” topluma dikiş tutturamamış, iç bunalımlarını sebebi bilinmez bir korkuyla besleyen, korkunun beraberinde getirdiği kaygıya teslim olan, hiçbir şeyden duyulan dehşetin nüksü içinde yarım kalmışlığını tamamlamaya çalışan birey; adeta öz-farkındalık hali içinde dünyaya kendinden bir şey verememenin ızdırabı içinde çırpınmıştır. Bireyin kendi evinin yanındaki evin yıkılmasından sonra ruhsat alınamadığından boş bırakılan çukurun varlığı bireyin değerini daha da zedeleyerek onu kimliksizleştirmiştir. Bireyin ruhunun derin izlerinin kolayca bulunabileceği evi, yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunda onun o ana dek sürdürdüğü benliği de tehlikeye girmiştir çünkü evi ve eşyalarındaki “düzen” onun öteki olma halinin somut düzlemdeki yansımasıdır (Tüzer, 2010). 

Sonuç olarak, eşya düzeni ve bu düzenin sürdürülebilirliği, bireylerin hayatlarında en azından kontrol edebildikleri dengenin var olma biçimidir. Hayatın hemen hemen her aşamasında olup, bireyleri tehditlere karşı korumakla birlikte uçsuz bucaksız bir hiçliğe sürükleyen korku ve sebepsiz kaygı hali eşya ile anlam kazanmakla beraber yok oluşları yine eşya düzenine bağlıdır. Bireyin kendini ifade ediş biçiminde önemli bir yere sahip olan eşya, bilinmezlik halinde başka bir kimlikle var olarak adeta bireyin içsel mahzeni ile etkileşime girmektedir. Yalnızlığın ve beraberinde acının benliğini nasıl dağladığına şahit olan birey, tehditlerin ve korku unsurlarının geçmesini bekleyerek veya bunun için çözümler arayarak içinde bulunduğu hissiyat girdabından kurtulmayı amaçlamıştır. Birey korkuyu beklerken aslında tam da korkunun merkezinde olarak kaygısından ve varoluş buhranından bihaber umudun kapısını aralamıştır.  

Çağla Çinkılınç

Kaynakça: 

Atay, O. (2016). Korkuyu Beklerken. İstanbul: İletişim Yayınları.

Dirlikyapan, D. (2011). Oğuz Atay’da Korkuyu Beklerken Gelenler. H. Tezgör (Ed.), Korkuyu Beklerken Gelenler Oğuz Atay Öyküleri Üzerine Yazılar içinde (ss. 125-139). İstanbul: İletişim Yayınları. 

Kurucu, N. (2021). Oğuz Atay’ın öykülerindeki bireyin eşyaya yabancılaşması. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (35), 185-198.

Tekin, M. (2016). Roman Sanatı. İstanbul: Ötüken Yayınları.

Tüzer, İ. (2010). Oğuz Atay’da korku korku üstüne ya da ‘Korkuyu Beklerken’ çıkılan yolculuk: Eve/kendine dönüş. Ayraç, (11).

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son Yayınlanan Yazılar

Uzaklaşmak daha da yakınlaşmak mıdır?

Psikolojik Mesafe Teorisi’ne göre, bir şeyden fiziksel veya duygusal olarak uzaklaştıkça onu daha soyut, geniş ve anlamlı bir çerçevede değerlendirme eğilimindeyiz. Post Views: 31

Kaçırmayın!