Masum Kaderlerimiz: Hayal Kırıklıklarımız

Ağustos 12, 2024
11 Dakika Okuma Süresi

Hayal Kırıklığının Önemi Üzerine

Hayal kırıklığı, farklı yollarda usul usul yürürken bir gün rastlaşacağımızı bilmek gibidir; herkes için apayrı izler taşır ancak her zaman ortak bir yönü vardır. Belki de ortak olan şey; kırıklığımızı ve kırılganlığımızı hatırladığımız zamanki tarif edilmesi zor bir burukluk ya da sızıdır. Olmayana, olamayana ya da olduramadıklarımıza bir geri dönüş ve o geri dönüşe karşı yakarışlarımızdır başka insanlara rast gelmemize, onlarla yollarımızın kesişmesine sebep olan. Melankolik, acı veren bir tarafı vardır hayal kırıklığındaki kırıklığın.  Aklımıza ilk gelenler bunlardır hayallerimizin kırılganlığını andığımızda. Peki, gerçekten böyle midir? Acı ve pişmanlığın dışında başka duygulara ve gerçeklere yer var mıdır? Yer varsa bu bir gereklilik midir? Hayal kırıklığını deneyimleyebilmek için önce bir şeyleri hayal etmek ve sonrasında hayal edilenlerin gerçekleşmemiş olması gerekir. Teorik bir ifadeyle, hayal kırıklığı, aldığımız kararların sonuçları ile bu kararlar yerine başka bir karar vermiş olabilseydik düşüncesinden hareketle yapılan karşılaştırmadan kaynaklanır (Zeelenberg et al., 2000).

Bu tanıma göre, “gerçek” ve “hayal” kavramları birbirinin zıttı gibi görünebilir. Ancak gerçekliğe tutunmayan bir hayal, gelecekte bir varoluş vaat edemediği gibi gerçekleşme potansiyelini de yitirme tehlikesi taşır. Peki, hayal hiç gerçekliğe tutunma şansını yakalayamazsa ya da bu şansı hiç talep etmezse ne olur? Hayal kırıklığında saklanan gerçek gün yüzüne çıkmaz ve o hayal kırıklığının içinde bir ömür boyu kıvranırsa neler yaşanır? Belki de bu iki sorunun cevabı, Zeki Demirkubuz’un yarattığı Uğur ve Bekir karakterlerinde saklıdır.

Masumiyet (1997) ve Kader (2006), Uğur ve Bekir’in hikâyesini anlatır bize. Ne birlikte olabilen ne de ayrı kalabilen iki insanın hikâyesidir. Kader; Uğur ve Bekir’in gençliğini, onları Uğur ve Bekir olmaya iten acımasız hayatı anlatır. Uğur, hapisten çıkması mümkün olmayan sevgilisinin peşinde bir hayat sürerken, Bekir ise Uğur’un peşinde ömrünü heba eder. Görünmeyen, varlığı da yokluğu da olmayan bir aşk üçgeninin pençesindeki genç Uğur ve Bekir’in hayatıdır Kader. Masumiyet ise Uğur ve Bekir’in orta yaş döneminin biyografisi gibidir. Karakterlerin hayat, aşk ve hayal kırıklığı karşısında nasıl evrildiğini görürüz. Kader her şeyin başlangıcı ise Masumiyet de her şeyin sonudur Uğur ve Bekir için. Gerçekle burun buruna ama hep gerçeği teğet geçmiş bir hikâye vardır elimizde.  Hayalin içinden çıkamayan; gerçeğin teğet geçtiği hayatlara ödettiği bedelleri anlatır Kader ve Masumiyet.

Bu bedellerden ilki belki de Uğur ve Bekir arasındaki bitmek bilmeyen agresyondur. Bir anda çıkan kavgalar, havada uçuşan küfürler, hakaretler…  Bu kavgalar ve bağırışlar bizi agresyon teorilerinden biri olan psikolojik bir fenomene, Hayal Kırıklığı-Öfke Teorisine, götürür. Teoriye göre agresif bir davranışın ortaya çıkabilmesi için hayal kırıklığının varlığı gerekir ve hayal kırıklığının yaşanması agresyon/saldırganlık doğurur (Van Der Dennen, 2005). Bekir yıllarca Uğur’un onu sevmesini ve onunla birlikte olmasını beklemiştir. Bekir’in masum hayalidir bu: Bir gün onu sevebilecek, onu tam anlamıyla isteyebilecek bir Uğur’a kavuşmak. Ama bu hayali hiçbir zaman gerçekleşmez. Garip olan, bu hayalin gerçekleşmeyeceğini Bekir’in de, Uğur’un da, biz seyircilerin de biliyor olmasıdır. Bekir’in kırmaya kıyamadığı hayal Uğur’un kendisi ve aşkı olurken Uğur’a ulaşamamak bu hayal kırıklığının sebebidir. Bekir ve Uğur için agresyon, yaşanılan hayal kırıklığına bir tepki olarak ortaya çıkar. Peki, agresyon neden şiddetli bir kavgaya dönüşür? Karakterler neden sürekli kavga eder? Gerçeği görebilmek, gerçeğe ulaşabilmek adına seçilen bir yol mudur kavga yoksa hayal kırıklığının devam etmesi için bilinçsizce inşa edilen alternatif bir tepki midir? Katarsis, Hayal Kırıklığı-Öfke Teorisine göre, deneyimlenen agresyonu azaltmak amacıyla saldırgan davranışlarda bulunulmasıdır. Saldırmak veya kavga etmek, hayal kırıklığına uğrayan kişi için rahatlama yollarından biridir. (Van Der Dennen, 2005). Filmde de gözlemlediğimiz olaylar tam olarak bu açıklamayı yansıtmaktadır. Kavga ve agresyon, karakterlerin ilişkilerinde yaşanan hayal kırıklıklarına karşı rutin bir hal almıştır ve bu rutinin bir işlevi vardır. Karakterler arasındaki agresyon, gerçeğe yakınlaşmak için bir aracı rolüne bürünür. Öyle ki herkesin, biz seyircilerin dahi bildiği gerçekler sadece tartışmalar yani katarsisler esnasında Bekir ve Uğur’un ağzından dökülür. Dikkat çeken diğer bir unsur, yaşanılan tartışmalar sonrasında karakterlerin durulması ve eski duygu durumlarına, sanki hiç kavga etmemiş gibi dönmeleridir. Bu bizlere karakterlerin katarsis kavramını bir regülasyon olarak kullandığının işaretini verir. Katarsis, Uğur ve Bekir’in gerçekliğe teğet geçerek yakınlaşma biçimi haline gelmiştir. Gerçeğe teğet geçmek bir rahatlama yolu olsa da gerçek, yani kurulan hayalin gerçekleşmeme olasılığı, yaklaşılmayacak kadar acı vericidir. Katarsisin görevi, hep hayal kalacak olanın acısını hafifletebilmektir. Uğur ve Bekir için gerçekliğe yaklaşmak, katarsisin başlangıcını oluştursa da rutine, kırık olan hayale geri dönme yoludur.

Katarsis kişinin sadece kendisini hayal kırıklığına uğratan bir başka kişiye karşı bir saldırısı ile sonlanmayabilir (Van Der Dennen, 2005). Kişinin kendine yönelttiği, yöneltmek istediği saldırganlık da katarsis olarak adlandırılmaktadır (Van Der Dennen, 2005). Karakterlerin tartışmaları genellikle durgunlukla sonlansa da filmin gerilim sahnelerinden olan bir kavga bunun haricindedir. Yaşadıkları bu kavga sonrası Bekir bir silahla intihar ederek saldırganlığı kendine yöneltmiştir. Saldırganlığı kendine yöneltmek, gerçekleşmeyecek hayallere bir veda, hayalin yarattığı döngüden bir kurtuluş gibi gözükebilir ancak intiharda farklı bir katarsis haline gelir. Yani yine ve yeniden hayat boyu yaşanan agresyonu hafifletmek için yapılan bir eylemdir. Hayal kırıklığının içinden çıkan gerçeğe değil, o kırıklar içinde büyümüş, belki de her ulaşılmaya çalışıldığında insanın canını yakan hayale sığınmanın başka bir yoludur Bekir’in seçtiği yol. Öyle ki Bekir’in intiharı, filmdeki karakterler tarafından normal karşılanmıştır ve filmin kurgusu da seyircileri bu normale alışmaya itmiştir. İntihar sonrası Bekir’e dair başka hiçbir detay verilmemesi, bu katarsis döngüsüne alışıldığını işaret eder. Bekir yapması gerekeni yapmış, katarsis ile döngüsünü devam ettirmiştir. 

Döngü, Bekir ve Uğur’un hikayesinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle Masumiyet filminde seyirci filmin tek ana mekânı sayılabilecek bir motelde karakterlerle birlikte mahsur kalır. Konu, mekân ve bazen kıyafetler bile aynıdır, neredeyse hiç değişim göstermez. Bekir ve Uğur için döngünün başı ve sonu hep bellidir. Bir olayın, bir yaşanmışlığın, belki de bir hayalin öznesi ve nesnesi olmak; Uğur ve Bekir’in döngüsünü oluşturur. 

Uğur ve Bekir’in kurdukları ilişkiye baktığımızda bazı stereotipik davranışlar hissederiz. Göze çarpan bu detay, iki karakterin birlikte var olmasıdır. Bekir’siz bir Uğur, Uğur’u olmayan bir Bekir hayal etmek zordur. Karakterlerin hayat hikayeleri de böyle gelişmiştir. Hem Kader’de hem de Masumiyet’te tekrar eden Bekir’in ünlü tiradının bir bölümü bunu bize anlatır:“Bir gece bir büyükle eve geldim. Hepsini içtim. Zurnayım tabi. Bir ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyor. Bir daha açtım, başımda bir çocuk, ‘Kalk abi, Diyarbakır’a geldik,’ diyor. Baktım, sahiden Diyarbakır’dayım. Bir soruşturma… Kale Mahallesi vardır oranın, bir gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? Görünce hiç şaşırmadı. Hiçbir şey demedik. O gece oturup düşündüm. ‘Oğlum Bekir,’ dedim kendi kendime, ‘yolu yok, çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.’ O gün bugündür usul usul yürüyorum işte.” 

Bekir, Uğur’un peşinden, kaderinin peşinden usul usul ilerlemiştir. Peşinden gittiği, kaderini çizen kişi yalnızca Uğur değildir. Bu, Uğur’un Bekir için olan anlamıdır. Bekir’in saplantısı, ilişkilerindeki özneye değil, nesneye dönüşmüş olan Uğur’a karşıdır. Seven değil, sevilecek olanın arkasında bir yol çizmektir belki de Bekir’i usul usul yürüten. Aşkın nesnesidir Uğur. Bu durum farklı bir bağlamda Uğur için de geçerlidir. Uğur’un hayatında görünür bir şekilde var olan tek erkek Bekir’dir. Evet, sevdiği, âşık olduğu biri vardır Uğur’un ama bu kişi hep hapistedir. Bekir nasıl Uğur’a ulaşamıyorsa, Uğur’un da ulaşamadığı, ulaşamayacağı bir sevgilisi vardır. İkisi de hem arzulanan bir nesne olmaya, hem de güvenilir ve sevebilecekleri bir aşk nesnesine ihtiyaç duyar. İlişkilerinde döngüyü yaratan şey öznesi olamadıkları hayallerin nesneleri olmaya kalkmış olmalarıdır. Sevilmedikleri, onlara karşı aşk beslediklerinden emin olmadıkları kişilerle bir ilişki kurmaya çabalamışlar ve bu ikili ilişkinin bir öznesi olmaya çalışmışlardır. Bununla yetinmeyip, kurduklarını düşündükleri aşk ilişkisinin bir parçası olarak, ilişkinin diğer öznesi tarafından arzulanmayı ve istenmeyi yani aşkın görünür nesnesi olmayı istemişlerdir. Öznesi ve nesnesi sağlıklı kurulamayan bu ilişkide hayal ve örtük gerçek hep yan yana gelmiş ve çatışmaya hazır bir döngü yaratmıştır. Hayal kırıklığının tam olarak yaşanamıyor olması, gerçeğin devamlı olarak hayale bilinçsizce tercih edilmesi, yaşanılan bu döngüde Uğur ve Bekir’i birbirlerinin kaderi olmasına sebep olmuştur.

Karakterlerin ilişki dinamikleri, gerçeğin bir türlü hem Uğur’a hem Bekir’e görünmesine izin vermemiştir çünkü Uğur’un ve Bekir’in arzuladıkları birbirleri değildir. Arzulanan olmak hem Bekir hem de Uğur için hep hayal olarak kalır.  Bekir ve Uğur, kendi hayallerinin nesnesi olma kıskacında, hayallerinin özneye dönüştüğü bir döngü yaratmışlardır. Nesneyle kurulan bağ incelendiğinde, kişinin yakın ilişkileri güvensiz veya belirsiz dinamiklere sahip olduğunda kişilerin bu duygusal boşluğu doldurmak için nesnelere bağlanma eğiliminde oldukları görülmüştür (Keefer et al., 2012). İki karakterin birbiri için nesne haline gelme sebeplerinden biri de bu güvensizlik olgusudur. Hayatlarında güvenebilecekleri, hayallerini rahatlıkla teslim edebilecekleri kimse yoktur. Filmin ana mekânı bile bu güvensizlik olgusunu vurgular. Motelden bozma bu yer, karakterler için bir ev gibi olmuştur. Odaların birbirine yakınlığı, kapılar, ahşap yerler bir evi andırır. Ancak, güvenli bir yaşama kucak açan ve buna eşlik edebilecek bir yer değildir; tıpkı ilişkilerinin dinamikleri gibi. Karakterler, güvensiz hissettikleri hayatlarında birbirlerine sığınarak birbirleri için bir ev olma görevini üstlenmiştir. Bu güvensizliğe karşı bir arada durma mecburiyeti, zamanla birbirlerinde farklı şeyler gören, birbirlerinden farklı şeyler isteyen öznelerden nesneler yaratmıştır. Karakterlerin hayata karşı güvensiz konumları döngüsel bir kader çizmiştir.

Hayal’in kırılışı filmin sonlarında ancak kendine yer bulabilmiştir. Bekir’in intihar etmesi ve Uğur’un hapisteki sevgilisi ile kaçmaya çalışırken cinayete kurban gitmesi, bir hayal üzerine kurulan döngünün de sonu olmuş, hatta filmin başka bir karakterine yeni bir kader yolu bile çizmiştir. Filmin sonunda hayatın acımasızlığı ve belirsizliği ile baş başa kalırız. Bu belirsizlik zorlayıcı bir duygu durum olsa da yeni, başka bir hayale ulaşabilmek için bir gerekliliğe dönüşmüştür. Hayal ve hayal kırıklığının varlığı da tam olarak böyledir aslında. Hayal kırıklığının, o buruk yenilginin bazen farklı deneyimlere dönüşme potansiyeline güvenmek ve kırıklığın içinden gün yüzüne çıkanları anlamlandırabilmek yaşadığımız döngüden kurtulabilmek için de önemlidir. Bu durum, hayallerin yıkılışına karşı bir dik duruş olduğu gibi yeni bir hayalin, idealin ve kaderin var oluşuna yeni bir adımdır. Tıpkı filmin son sahnesinde kocaman puntolarla yazılmış sözde belirtildiği gibi: Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Bir daha dene, bir daha yenil, daha iyi yenil!

Yenilmek ve hayal kırıklığı yaşamak dileğiyle…

Yaren Yüksel

 

Kaynakça

Keefer, L. A., Landau, M. J., Rothschild, Z. K., & Sullivan, D. (2012). Attachment to objects as compensation for close others’ perceived unreliability. Journal of Experimental Social Psychology48(4), 912–917. https://doi.org/10.1016/j.jesp.2012.02.007

Van der Dennen, J. M. G. (2005). Theories of aggression. Default Journal 148195228.pdf (core.ac.uk) 

Zeelenberg, M., Van Dijk, W. W., Manstead, A. S., & De Pligt, J. V. (2000). On bad decisions and disconfirmed expectancies: The psychology of regret and disappointment. Cognition and Emotion14(4), 521–541. https://doi.org/10.1080/026999300402781

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son Yayınlanan Yazılar

Uzaklaşmak daha da yakınlaşmak mıdır?

Psikolojik Mesafe Teorisi’ne göre, bir şeyden fiziksel veya duygusal olarak uzaklaştıkça onu daha soyut, geniş ve anlamlı bir çerçevede değerlendirme eğilimindeyiz. Post Views: 31

Kaçırmayın!