Şerif’in Ergenlik Psikolojisine Yönelik Bütünleyici Çalışması: Sosyal ve Gelişimsel Bakış Açıları

Temmuz 17, 2024
12 Dakika Okuma Süresi

Bu yazıda Ayfer Dost Gözkan’ın “Sosyal ve Gelişim Psikolojisinin Entegrasyonu: Şerif’in Ergenlerle Araştırması” adlı makalesinin bulgularına, Şerif’in sosyal psikoloji kuramlarına ve insan doğası hakkındaki düşüncelerine, ergenlik döneminin özüne ve en nihayetinde Şerif’in gelişim psikolojisindeki yerine değinilecektir.

Muzaffer Şerif Başoğlu’nun, bilinen bir diğer ismiyle Muzafer Sherif’in, sosyal psikolojide önemli kabul edilen araştırmaları sosyal normların, grupların oluşumu, onların değişimi ve gelişimi üzerine kurduğu teorilerin temelini oluşturmuştur. Şerif grup oluşumu, sosyal değişim, sosyal etki, çatışma ve çatışma çözümü ilkelerini anlamaya yönelik çalışmalar yapmıştır.  Ona göre, ergenlik dönemi ise genç bireyin kendini ve sosyal ilişkilerini yeniden tanımladığı kritik bir geçiş sürecidir. Şerif, bireyin benlik sisteminin ve sosyal dünyasının yeniden şekillendiği tüm geçiş dönemleri için önemli olduğunu savunmuştur. Sonuç olarak, Şerif’in teorisi ve araştırmaları, sosyal psikoloji ve gelişim psikolojisi arasında bir bağlantı kurarak insan davranışının bütünsel bir perspektiften anlaşılmasına katkı sağlamıştır. Bu sayede, insan doğasının çeşitliliği ve sürekli değişimi altında yatan genel prensipler daha anlaşılabilir hale gelmiştir. Şerif’in teorileri ve araştırmaları, gelişim psikolojisi alanında da önemli bir yere sahiptir ve bu alanda yapılan çalışmalara da ilham kaynağı olmuştur.

Şerif’in İnsan Doğası Perspektifi:

Şerif Gestalt kuramını destekleyen araştırmacılardan biridir. Gestalt psikolojisine göre bütün, onu oluşturan parçaların toplamından fazladır. Gestalt psikolojisi, insanların gelen uyaranları anlamlı desenler içinde algıladığını ve değerlendirdiğini öne sürmektedir (Sherif, 1937, 1964/1985). Uyaranlar iyi yapılandırılmamış veya muğlak olsa bile insanın algı mekanizmasında bir tür organizasyon yine de mevcuttur. Algının organizasyonel doğasının da etkisiyle bireyin kendine ait değerleri, normları, hedefleri ve standartlardan oluşan referans çerçevesi, bireyin tutumlarını ve benliğini oluşturmaktadır. 

Bireyler varoluşlarından bu yana yaşamları boyunca gerçeği arzulamıştır, bu gerçek acı olsa bile. İnsan özellikle muğlak bir uyaranla karşı karşıya kaldığında içinde bulunduğu toplumun veya oluşumun etkisiyle bir referans çerçevesi oluşturmaktadır. Birey, kararsızlık durumuna tahammül edemediği gibi belirsiz durumlarda kendisi için anlamlı olan çerçeve uyaranları geliştirmektedir. Benlikte, kişilikte, hayallerde veya amaçlarda belirsizlik bireyi “ait olduğu” grubun standartlarına yakın olmaya itmekte ve bu durum bireysel farklılıklara rağmen sosyal düzenin bir bakıma mümkün olmasını ve hatta korunmasını sağlamaktadır. Örnek vermek gerekirse Şerif’in temel aldığı otokinetik etki karanlıkta sabit ışığın hareket ettiği yanılgısıdır. Şerif’in deneyinde bu etki kullanılarak aralıklarla katılımcılara ışığın ne kadar mesafe kat ettiği sorulmuştur. Katılımcılar, ilk aşamada kendi bireysel görüşlerini ve standartlarını belirlemiştir.  İkinci aşamada ise, deneyin esasında görsel algı yanılsaması oluşunun yarattığı belirsizlik sebebiyle katılımcılar yüksek sesle belirttiklerini fikirleriyle zamanla grubun normlarına uyum sağlamış ve kendi standartlarından saparak bu normları benimsemişlerdir. Üçüncü aşamada da, katılımcılar tek başlarınayken aynı soru sorulduğunda başlangıçtaki bireysel standartlarından ayrılarak grup normlarını kendi normları haline getirdikleri bulunmuştur. Temelde Asch’in uyum çalışmasındaki normatif sosyal etkiden ziyade bilgilendirici sosyal etki mevcuttur ve bu etki grup içi sosyal normların oluşumunda etkilidir. Şerif’in fiziksel belirsizliği temel alan otokinetik etki fenomeni, muğlak sosyal uyaranlar için de geçerlidir.  Bu nedenle, tutumlar ve referans çerçeveleri, sosyal uyaranları değerlendirmek ve onlara tepki vermek için gereklidir. En nihayetinde bireyin uyaranlara karşı oluşturduğu tutumu sadece algılarından değil, ait olduğu gruptan, oluşumdan, ve kültüründen de etkilenmektedir.

İnsanların Sosyal Doğası:

Şerif’in insan doğası hakkında ortaya koyduğu bir başka önemli varsayım, insanların doğuştan sosyal varlıklar olduğudur (Şerif, 1937). Bireyler, doğumlarından ölümlerine kadar daima bir karşılıklı bağımlılık içerisindedir. Bu bağımlılık kendini varoluşta, kendini gerçekleştirmede, sevgi, güvenlik, saygı ihtiyacında kendini göstermektedir. Şerif, aynı zamanda insanların bireysel zihin yapıları gereği temelde sosyal olduklarını da belirtmiştir. Bu, Vygotsky’nin insan zihnini doğası gereği kültürel olarak tanımlamasına benzer, çünkü her bireysel zihin sosyal katılım yoluyla birlikte inşa edilmektedir (Vygotsky, 1978). Durkheim’in kolektif bilinç kavramı bağlamında toplum, bireysel değerlerin ve aksiyonların bir toplamı olmamakla birlikte kendisini oluşturan bireylerden ayrı bir gerçekliğe sahiptir. 

Öte yandan Şerif’e göre, insanlar doğuştan sembolik veya kavramsal bir düzeyde işlev görebilecek şekilde biyolojik olarak donatılmıştır. Bu içsel yetenek, insanların kavramlar ve dil gibi semboller oluşturmasına ve kullanmasına olanak tanırken karşılıklı sosyal ilişkileri anlamalarını sağlamıştır. Örneğin hemen hemen her dilde kelimeler, kurallar veya ifadeler farklılık göstermektedir ancak iletişim ihtiyacı evrenseldir. Öyle ki, işitme engelli çocuklar kendi aralarında bir işaret dili geliştirmiştir. Dil, iletişim ve etkileşimin temel aygıtı olarak sosyal normların aktarımı ve içselleştirilmesinde de kullanılmaktadır. 

Benliğin Doğası ve Gelişimi:

Benlik yani ego, yaşam boyunca birikerek, gelişerek, değişerek ve etkileşime girerek gelişen bir tutumlar bütünü olarak tanımlanmıştır. Benliğin gelişimi, 1880’lerden başlayarak geniş bir gelişim psikolojisi araştırmaları ile incelenmiştir. Piaget’in çalışmaları da bu bağlamda değerlendirilmiş ve çocukların ahlaki gelişimi üzerine yapılan araştırmalar özellikle vurgulanmıştır. Benliğin konsepti, sosyal normların insanlarla etkileşimler sayesinde edinilmesi ve içselleştirilmesi yoluyla gelişmektedir. Piaget; özellikle oyunun, çocukların kurallara uyumunu öğrenmede ve sosyal yaşam becerilerini geliştirmede önemli bir rolü olduğu belirtilmiştir. Örneğin çocuklar büyüdükçe oyun kurallarının kesin değil de tartışılabilir olduğunu anlar. Öte yandan, çocukların uyumu otomatik değil, tartışılmış ve içselleştirilmiş kurallardan oluşmaktadır. 

Şerif, benlik ve tutumlar konusunda temelde anti-özcü bir bakış açısına sahiptir. İnsan doğasının içsel olarak iyi ya da kötü olduğunu iddia eden yaklaşımlara karşı çıkmakla beraber benliği toplumsal bağlam çerçevesinde şekillenen ve gelişen tutumlar olarak görmektedir. Benlik sabit ve değişmez bir şey değildir, ancak sürekli gelişmekte ve değişmektedir.

Benlik, mevcut tutumlara meydan okunduğunda veya güncel tutumlar yetersiz görüldüğünde yeniden şekillenmektedir ve sağlam bağlantılar kaybedildiğinde belirgin bir şekilde parçalanıp çökebilmektedir (Şerif & Cantril, 1947). Şerif’e göre tutumların birleşimi ile meydana gelen benlik, deneyimlerin anlamlı bir çerçevede konumlandırılmasını sağlayan referans noktaları sunmaktadır.

Ergenlik: Benliğin Yeniden Tanımlandığı İnsan Deneyiminin Bir Prototipi:

Ergenlik dönemi bireylerin çocukluk güvenliği ile yetişkin bağımsızlığı arasında kaldıkları bir dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde duygusal çalkantılar, ben merkezcilikten toplumsallaşmaya geçiş, fiziksel vücut gelişime ile gelen benlik çatışmaları, her zaman gerçeklikle eşleşmeyebilen benlik algıları, kimlik gelişimi gibi olgular mevcuttur. Gelişimin her aşamasında olduğu gibi ergenlikte de çözülmesi gereken psikososyal çatışmalar vardır. Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre ergen bireyler, kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası yaşamaktadır. Ergen bireyler, kim olduklarına ve hayatta nereye gideceklerine karar verme göreviyle meşgul olmakta, farklı kimlikler denemekte, çatışmayı çözemediklerinde ise kendilerini çevrelerinden soyutlamaktadır. Ebeveynlere güvenli bağlanma ve bireysel özerklik aynı derecede önemlidir. Ergenlik döneminde sosyal ihtiyaçların karşılanmasında arkadaşlıklar giderek daha önemli hale gelmektedir. Sonuç itibariyle ergenlik; hayata yönelik kararların alınması, benliğin sürekli yeniden tanımlanması, yoğun duyguların baş göstermesi, bireyin kendisini değerlendirmesi gibi durumların hızlı değişimlere yol açtığı bir dönemdir. 

Şerif’e göre ergenlik döneminde bir çocuğun fiziksel ve sosyal durumdan yetişkin bir duruma geçişi söz konusudur ancak bu geçiş farklı kültürler arasında değişiklik göstermektedir. Belirgin farklılıklara rağmen, bu geçişte ortak bir yan vardır: Ergenlikte sosyal gelişim, bireyin diğer yaştaki veya dönemdeki bireylere göre konumunun değişmesi ile ilgilidir.  Bu değişiklik; yeni girişimleri, tutumları ve davranış kalıplarını beraberinde getirerek ergenin benlik kavramını yeniden formüle etmesini gerektirmektedir. Dahası, benlik kavramının oluşumu ve gelişimi sadece ergenliğe özgü değildir, kimlik arayışı insan davranışı teorileri için genel bir problemi temsil etmektedir. Öte yandan; ergen olan birey, sadece çocukluk ve yetişkinlik arasında kalmamakta, aynı zamanda farklı referans çerçeveleri ve referans grupları arasında da kalmaktadır.  Şerif ve Cantril (1947), çocukluktan yetişkinliğe geçişin sosyal ilişkilerdeki statünün yeniden tanımlanmasını içerdiğini belirtmektedir; bu, bireyin objektif statüsündeki bu değişikliğin, psikolojisindeki benlik değişimlerine yansıdığı anlamına gelmektedir.

Ergenlik döneminde bireyler kimliklerini yeniden tanımlarken yetişkinlerin sunabileceği rehberlik yetersiz olabildiğinden hala ailelerine bağlı olsalar bile yetişkinliğe ulaşma yolculuğunda akranlarıyla daha yoğun bir ilişki kurmaktadırlar. Aile figürleri ergen bireylerin birbiriyle yarışan özerklik, kontrol ve bağımsızlık dürtülerini dengelemekte önemli etkilere sahipken arkadaşlar yani akranlar ise ergen bireylerin yakınlık ve eğlence ihtiyaçlarını, sosyal onay isteklerini giderdikleri gibi referans çerçevesi olarak da görev almaktadır.

Gruplar, Benlik ve Ergen Gelişimi:

Bireyler aynı anda aile, akran, okul, kulüp gibi çeşitli grupların parçasıdır. Bu grupların bireylerin hayatındaki önemi ve merkeziyeti de grupların bireylerin ihtiyaçlarını veya hayallerini ne kadar karşıladıklarına bağlıdır. Şerif’e göre iki tür gruptan bahsetmek mümkündür. Resmi gruplar dış otoriteye ve güce bağlı gruplarken, resmi olmayan gruplar ise bireylerin gönüllü olarak katıldıkları, kişilerarası etkileşimler sonucunda oluşan, benzer problemlerin birlikte konuşulup tartışıldığı gruplardır. Vücutta önemli değişiklikler ve cinsel olgunlaşma ile birlikte, ergen bireyler benlik tutumları geliştirmekte, aynı zamanda sosyal statüyü ve gelecekteki ekonomik statüyü de düşünmektedirler. Bu endişelerini, belirsizlikleri ve kararsızlıkları ise içinde bulundukları akran gruplarıyla beraber çözmeye daha yatkınlardır.

Şerif’in Bütünleyici Perspektifi:

Akran grupları, referans çerçevesi kapsamında ergen bireylerin tutumlarındaki değişikliklere neden olmaktadır. Bireyler tek başlarına çözemeyeceklerini anladıkları bir problemle karşılaştıklarında gruplar oluşturmayı veya gruplara yönelmeyi tercih etmektedir. Şerif’in kavramsallaştırmalarında da görülebileceği üzere ergenlik dönemindeki tutum değişimi, insan gelişiminin diğer dönemlerinin incelenmesinde kullanılabileceği gibi toplumsal değişimin ve sosyal etkinin dinamiklerini açıklamak için de kullanılmaktadır. Toplumsal bağlamda memnuniyet verici referans çerçeveleri işlevsiz hale geldiğinde, sosyal yaşamın düzeni bozulmaktadır. Bu kaos bireylerde huzursuzluk ve tatminsizlik yaratırken sosyal etki sebebiyle toplumsal değişim meydana gelmektedir.  

Şerif’in teorisi, bireyin ergenlik dönemi ve diğer gelişimsel aşamalarda deneyimlediği geçişler ile toplumsal norm oluşumları arasındaki psikolojik ilkelerdeki benzerlikleri vurgulamaktadır. Bu deneyimlerde, eski referans çerçeveleri yeni olanlarla değiştirilmekte ve akran grupları ile kurulan yeni çerçeveler, normların müzakeresi ile de yeniden şekillendirilmektedir. Bu geçişler, sosyal protestolar veya medya katılımı gibi çeşitli platformlar aracılığıyla gerçekleşebilmektedir. 

Şerif ve Gelişim Psikolojisi:

Şerif’in araştırmaları doğrudan ergenlik dönemini araştırmayı amaçlamamasına rağmen ergenlik döneminin sosyal ve duygusal gelişim analizini sağlamıştır. Gelişim odağı aynı zamanda kültürel odağı da kapsamaktadır çünkü norm oluşturma ve sürdürme süreçlerinde yer alan bireylerin ve grupların sosyo-kültürel tarihi, bu süreçlerin ayrılmaz bir parçasıdır. 

İnsan gelişimine ekolojik bir yaklaşım, Şerif’ten bağımsız olarak Urie Bronfenbrenner (1979) tarafından formüle edilmiştir. Ekolojik sistemler modeline (biyoekolojik model) göre insanların varoluşu sistemler ve bu sistemlerin bireyle ve birbirleriyle etkileşimi sonucunda meydana gelmektedir. Bu sistem modelindeki ilişki ağları, alma-verme dengeleri, bireyin sosyal bir varlık oluşu gibi özellikler birey gelişiminin çok boyutlu doğasını anlamamıza yardımcı olmaktadır. 

Gelişim psikolojisi literatüründe, Şerif’in meşhur “hırsızlar mağarası” deneyi ve ergen gruplarında uyum ve sapma üzerine yaptığı araştırmalar sıkça atıfta bulunulan eserler arasındadır. Hırsızlar mağarası deneyi temelde grup içindeki çatışmanın seyrini incelemek amacıyla yapılmıştır. Deney 3 aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama; 11-12 yaşlarındaki 22 çocuğun iki gruba ayrılması ile gerçekleşen bağlanma aşamasıdır. Çocuklar bu ayrışmanın öncesinde birbirlerini tanımıyor olmalarına rağmen aynı gruptaki çocuklar birbirleriyle bağ kurmaya, grup standartlarını ve normlarını oluşturmaya başlamıştır. “Biz” ve “öteki” ayrımı oluşmuştur. Kendilerine isim bulan gruplar çeşitli aktivitelerde bulunmuşlardır. İkinci aşamada ise gruplar arasında kazananın tek olduğu rekabet ortamı oluşturularak sürtüşme yaşanması amaçlanmıştır. Futbol, halat çekme yarışları gibi aktivitelerde bulunan grupların birisi kazanmış, kaybeden grup saldırganlık hareketleri göstermiş, gruplar arasında sözlü ve fiziksel kavgalar başlamıştır. Son aşamada ise oluşan bu gerginlik işbirliğini gerektiren faaliyetlerle azaltılmaya çalışılmış, bu sebeple gruplar rekabet olmayan bir ortamda bir araya getirilmişlerdir. Bu temasın yanı sıra gruplar ortak amaçlar için de hareket etmek zorunda bırakılmışlardır. Sonuç olarak, çocuklar ortak bir amaç uğruna hareket eden müttefikler haline gelseler de bu temas onların önyargılarını, iç grup kayırmacılığını ve ayrımcılığı azaltmamıştır.

Sonuç:

Şerif’in temel tezi, insanların dış dünyadaki fiziksel ve sosyal uyarıcıları anlamlandırmak için referans çerçevelerine ihtiyaç duymalarıdır. Bu ihtiyaç, bilim dahil olmak üzere her insan çabasında önemlidir. Onun kapsamlı teorisi, ergenlik dönemi ve insan yaşamının diğer aşamalarındaki sosyal gelişimsel değişimleri açıklamak için bir referans çerçevesi sağlamaktadır. Bu teorik bakış açısı, bireysel düzeydeki tutum değişimi ve toplumsal düzeydeki sosyal değişimleri açıklamak için kullanılmaktadır. Günümüzde uzmanlaşma eğilimi olsa da, entegrasyon da bilimin önemli bir parçasıdır ve Şerif’in bütünleyici yaklaşımı bu anlamda övgüyü hak etmektedir.

Çağla Çinkılınç

 

Referanslar:

Bronfenbrenner, U. (1979). The ecology of human development. Cambridge, MA: Harvard University Press.

Dost-Gözkan, A. (2015). An integration of social and developmental psychology: Sherif’s works with adolescence (pp. 345-364). In A. Dost-Gözkan & D. Sönmez (Eds.), J. Valsiner (Series Ed.). Norms, groups, conflict, and social change: Rediscovering Muzafer Sherif’s psychology. New Brunswick, NJ: Transaction Publishers. 

Sherif, M. (1937). The psychology of slogans. Journal of Abnormal and Social Psychology, 32, 450–461. 

Sherif, M., & Cantril, H. (1947). The psychology of ego-involvements: Social attitudes and identifications. New York: Wiley & Sons.

Sherif, M. (1964/1985). Toplumsal kuralların psikolojisi [The psychology of social norms] (İsmail Sandıkçıoğlu Trans., 2nd ed.). İstanbul: Alan Yayıncılık. 

Vygotsky, L. S. (1978). Mind in society: The development of higher psychological processes. Cambridge, MA: Harvard University Press.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son Yayınlanan Yazılar

Uzaklaşmak daha da yakınlaşmak mıdır?

Psikolojik Mesafe Teorisi’ne göre, bir şeyden fiziksel veya duygusal olarak uzaklaştıkça onu daha soyut, geniş ve anlamlı bir çerçevede değerlendirme eğilimindeyiz. Post Views: 31

Kaçırmayın!