William James’den İnanma İstenci // Part 1

Mart 5, 2025
7 Dakika Okuma Süresi

William James’in İnanma İstenci makalesi, inançlarımızın yalnızca mantığa değil, duygusal ihtiyaçlarımıza ve içsel değerlerimize de dayandığını vurguluyor. Aynı zamanda bu yaklaşım, bir psikoloğun terapi yöntemi seçerken yaşadığı sürece de bir ışık tutabilir, zira bu karar zannedildiği gibi sadece bilimsel verilere dayalı bir şekilde gerçekleşmez aynı zamanda terapistin kendi deneyimlerine ve inançlarına da dayanabilir.

Bu yazı dizisinde, İnanma İstenci makalesini bölüm bölüm ele alarak James’in fikirlerini inceleyecek ve bu fikirlerin bizimle hangi ortak noktalarda kesiştiğini keşfedeceğiz. Her bölüm, inancın insan psikolojisindeki yerine daha derinlemesine bakmamıza yardımcı olacak. – ÇN

WILLIAM JAMES’DEN İNANMA İSTENCİ

I.

İnancımıza önerilebilecek olan herhangi bir şeye hipotez adını verelim ve tıpkı elektrikçilerin canlı ve ölü tellerden bahsettiği gibi biz de hipotezlerden canlı veya ölü diye bahsedelim. Canlı bir hipotez, önerildiği kişiye gerçek bir olanak olarak çekici gelen hipotezdir. Sizden Mehdi’ye inanmanızı istersem bu mefhum doğanızla hiçbir elektriksel bağlantı kuramayacaktır, hatta ürettiği kıvılcımlar zerre kadar inandırıcılık taşımayacaktır. Bir hipotez olarak tamamen ölüdür. Ancak bir Arap için (Mehdi’nin şakirtlerinden biri olmasa bile) hipotez zihnin olanakları arasındadır: canlıdır. Bu da gösteriyor ki hipotezin ölülüğü ve canlılığı içkin özellikler olmayıp bilakis bireysel düşünürle ilişkilidir. Bunlar, kişinin eyleme geçme isteğiyle ölçülür. Bir hipotezde canlılığın azamiyeti geri alınamaz biçimde eyleme geçme isteği demektir. Pratikteyse bu inanç demektir; ancak, eyleme geçme isteğinin olduğu her yerde belli bir inanma eğilimi de vardır.

Şimdi de, iki hipotez arasındaki kararı bir seçenek olarak adlandıralım. Seçenekler birkaç türde olabilir: 1- canlı veya ölü olabilirler; 2- zoraki veya kaçınılabilir olabilirler; 3- hayati veya entipüften olabilirler. İşte amaçlarımız açısından zoraki, canlı ve hayati türde olduğunda bir seçeneğe gerçek/içten bir seçenek diyebiliriz.

  1. Canlı bir seçenek, her iki hipotezin de canlı olduğu seçenektir. Eğer size “Teosofistçi veya Muhammedci[1] olun” dersem, bu muhtemelen ölü bir seçenektir çünkü sizin için iki hipotezin de canlı olması muhtemel değildir. Fakat “Agnostik ya da Hristiyan olun” dersem, durum değişir: Ne kadar eğitimli olursanız olun, iki hipotez de ne kadar küçük olursa olsun belli bir çekicilik taşır.
  2. Şimdi, size “Şemsiyeyle veya şemsiyesiz dışarı çıkmak arasında seçim yapın,” dersem, içten/gerçek bir seçenek sunmuş olmam zira zoraki değildir. Hiç dışarı çıkmayarak bundan kolayca kaçınabilirsiniz. Benzer şekilde, size “Ya beni sevin ya da benden nefret edin”,” Teorime ya doğru deyin ya yanlış deyin,” dersem, seçeneğiniz kaçınılabilirdir. Sevme ya da nefret etme gibi bir tavra girmeden bana karşı kayıtsız kalabilir ve teorime ilişkin bir görüş belirtmeyi reddedebilirsiniz. Ancak size “Ya bu doğruyu kabul edin ya da yolunuza gidin” dersem size zoraki bir seçenek vermiş olurum çünkü alternatifin dışında durulacak bir yer yoktur. Tam bir mantıksal ayrışmaya dayalı, seçmeme ihtimali barındırmayan her ikilem, bu zoraki türde bir seçenektir.
  3. Son olarak, Dr. Nansen olmuş olsaydım ve size Kuzey Kutbu seferime katılmayı önerseydim, seçeneğiniz çok hayati olurdu; çünkü bu muhtemelen benzer tek seçeneğiniz olur ve şimdi yapacağınız seçim sizi Kuzey Kutbu’ndaki bir nevi ölümsüzlükten tamamen dışlayacak ya da en azından bu şansı size bırakacaktır. Eşsiz bir fırsatı değerlendirmeyi reddeden kişi, ödülü sanki denemiş ve başarısız olmuş gibi kesinkes kaybeder. Halbuki, seçenek eşsiz olmadığında, bahis pek az olduğunda ya da karar geri döndürülebilir olduğunda (şayet sonrasında akılsızca olduğu kanıtlanırsa) seçim entipüftendir. Bilimsel hayatta bu tarz entipüften seçimler bol miktarda bulunur. Bir kimyager, bir hipotezin doğrulanması için bir yılını harcayacak kadar canlı bulur: ona o ölçüde inanıyordur. Ama deneylerin her iki şekilde de bir sonuca varmadığı kanıtlanırsa, zaman kaybettiğiyle kalır, can alıcı bir zarar görmez.

Bütün bu ayrımları aklımızda tutmak tartışmamızı kolaylaştıracaktır.

II.

Dikkate alınması gereken bir sonraki mesele, insan görüşünün fiili psikolojisidir. Belli olgulara baktığımızda, sanki tüm kanaatlerimizin kökeninde tutkulu ve iradeli doğamız yatıyormuş gibi görünür.  Diğerlerine baktığımızdaysa, zeka bir kez söyleyeceğini söyledikten sonra sanki ellerinden bir şey gelmiyormuş gibi görünür.   Gelin bu olgulardan önce ikincisini ele alalım.

Görüşlerimizin istence göre değiştirilebilir olmasından bahsetmek, ilk bakışta abes görünmüyor mu?  İstencimiz hakikati algılamamızda zekamıza yardım mı eder yoksa engel mi olur? Abraham Lincoln’ün varlığının bir mit olduğuna ve onun McClure’s Magazine dergisindeki portrelerinin hepsinin başkalarının portresi olduğuna sırf öyle istiyoruz diye inanabilir miyiz? Sizce biz sadece istencimizin gayretiyle ya da bunun doğru olmasını dileme gücümüzle yatakta romatizma ağrıları ile böğürürken sağlıklı sıhhatli olduğumuza inanabilir miyiz ya da cebimizdeki iki tane bir dolarlık banknotun toplamının yüz dolar olduğuna adımız gibi emin olabilir miyiz? Bunlardan herhangi birini söyleyebiliriz, ancak onlara inanmak için kesinlikle aciziz; inandığımız hakikatlerin tüm yapısı bu tarz şeylerden oluşur: Hume’un dediği şekliyle dolaysız ya da uzak maddi olgular ve fikirler arasında ilişkiler, ki onlar bizim açımızdan ya oradadır ya da eğer öyle görürsek orada değildir ve orada değilse bizim herhangi bir eylemimiz ile oraya konulamaz.

Pascal’ın Düşünceler kitabında, literatürde Pascal’ın bahsi olarak bilinen meşhur bir pasaj vardır. Orada, sanki hakikate olan ilgimiz bir şans oyunundaki bahislere olan ilgimize benziyormuş gibi akıl yürüterek bizi zoraki bir şekilde Hristiyanlığa çekmeye çalışır. Serbest bir çeviriyle şunları söyler: Tanrının varlığına ya inanmalısınız ya da inanmamalısınız. Peki siz hangisini yapacaksınız? Beşeri aklınız bunu söyleyemez. Sizinle şeylerin doğası arasında, mahşer gününde ya yazı ya da tura gelecek şekilde bir oyun oynanıyor. Sahip olduğunuz her şeyi turaya ya da Tanrı’nın varlığına oynarsanız, kazançlarınız ile kayıplarınızın ne olacağını tartın: bu tarz bir durumda kazanırsanız, ebedi mutluluğa nail olursunuz; şayet kaybederseniz, hiçbir şey kaybetmezsiniz. Bu bahiste sonsuz sayıda şans olsa ama yalnızca bir tanesi Tanrı’dan yana olsa yine de tüm bahsinizi Tanrı’ya yatırmanız gerekirdi; zira bu yolla kesinlikle sınırlı bir kaybı riske almış olsanız da sonsuz kazanç olasılığı varsa, herhangi bir sınırlı kayıp akıl kârıdır, hatta belli bir kayıp bile akıl kârıdır.  Haydi git, kutsal suyu al ve ayinler söylet; inanç gelecek ve tereddütlerinizi sarsacaktır —Cela vous fera croire et vous abêtira. Neden yapmayasınız ki?  En kötü, kaybedecek neyiniz var ki?

Dini inancın kendisini oyun tahtası dilinde/bağlamında bu şekilde ifade edildiğinde son kozların oynandığını muhtemelen hissediyorsunuzdur. Elbette Pascal’ın ayinlere ve kutsal suya olan kişisel inancı çok uzak diyarlarda doğmuştu; onun bu ünlü sayfası, başkaları için savunmadan inanmayan kalbin katılığına karşı çaresizce son kez bir silaha sarılmadan başka bir şey değildir. Bu tarz mekanik bir hesap kitaptan sonra iradi olarak benimsenen ayin ve kutsal su inancının, imanın gerçekliğinin iç ruhundan mahrum olacağını hissederiz; biz Tanrı’nın yerinde olsaydık herhalde bu türe mensup müminleri sonsuz ödüllerinden mahrum bırakmaktan hususi bir zevk alırdık. Ayinlere ve kutsal suya inanma konusunda daha önceden var olan belli bir eğilim yoksa, Pascal’ın istence sunduğu seçeneğin canlı bir seçenek olmadığı aşikardır.  Kuşkusuz hiçbir Türk, ayinleri ve kutsal suyu kendi kendine benimsememiştir; hatta biz Protestanlar için bile bu selamet yolları öyle mazide kalmış imkansızlıklar gibi görünür ki, Pascal’ın özel olarak bunlar için başvurduğu mantık bize tesir etmez. Pekâlâ Mehdi de yazıp bize şöyle diyebilirdi: “Ben Tanrı’nın parıltıyla yarattığı Beklenen kişiyim. Bana itiraf ederseniz sonsuz mutluluk elde ederseniz; aksi takdirde güneşin ışığından mahrum kalırsınız. Bir tartıya vurun o halde, içtensem elde edeceğiniz sonsuz kazanç ne, içten değilsem yapacağınız sonlu fedakârlık ne?” Mehdi’nin mantığı, Pascal’ın mantığıyla aynı olacaktır; ama bize sunduğu hipotez ölü olduğu için bize karşı kullanması bir anlam ifade etmeyecektir. İçimizde bu hipoteze göre eyleme geçme eğiliminin zerresi bile yoktur.

[1] William James, nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, Amerikan toplumunda o dönemde “Mohammedan” kelimesinin “Muslim” kelimesinden daha yaygın kullanıldığını dikkate alarak bu terimi kullanmıştır. Ancak daha sonraki baskılarda, James muhtemelen Müslüman okuyucuları rahatsız etmemek adına, kelimeyi “Muslim” olarak değiştirmiştir.

William James tarafından yazılmıştır.

Çeviri : Ege Cansın Aydoğdu

 

Social Minds

Sosyal biliş alanına ilgi duyan, psikolojiye merakla bakan bir grup lisans öğrencisiyiz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son Yayınlanan Çeviriler

Neden Bronz Madalya Kazanlar Gümüş Kazananlardan Daha Mutlu?

Günün sonunda, dünyada  sadece ikinci boksör ya da ikinci kürekçi olduğu  için ölümüne utanan bir adamın paradoksuyla karşı karşıyayız. 1 kişi hariç dünya nüfusunun tamamını yenebilmiş olması bir şey ifade etmez; o bir kişiyi yenmek için kendini ” sınamıştır ” ve bunu yapmadığı sürece

Akıllı telefonlar: Refah için bir tehdit mi?

Günümüzde akıllı telefonlar hem iş hem de özel hayatımızda kaçınılmaz bir rol oynuyor gibi görünüyor. Bununla birlikte, telefonun işle ilgili kullanımı söz konusu olduğunda akıllı telefonlar iyileşmeyi engelleyebilir ve bu nedenle refahımız için bir tehdit oluşturabilir. Post Views: 40

Kaçırmayın!